İnsan, yaşamış olduğu evrene ne ölçüde faydalı olabilir diye düşünüp, bu çerçevede nasıl yaşamalı sorusu üzerine bugüne kadar binlerce kitap yazılmış, milyonlarca içerik üretilmiştir.

İnsanlık, evrenin kurulduğu günden bugüne inanılmaz bir değişim, dönüşüm ve gelişim yaşadı, yaşıyor ve görünen o ki hız kesmeden de devam edecek. Hayatımızdaki konfor” diye nitelediğimiz alan ise ne yazık ki doymak bilmiyor. Ne kadar yeni ve güzel bir nokta eklenirse eklensin, bu alan bunu yeterli görmeyip daha fazlasını istiyor, daha da fazlasını..

comfor zone

Bugün geriye dönüp baktığımızda; ateşin bulunması, yazının icadı, sanayi devrimi ya da internetin hayatımıza girişi gibi kırılma noktaları insanlık tarihini kökünden değiştirdi. Ancak içinde bulunduğumuz bu çağda yaşadığımız şey bambaşka. Bir nevi ikinci bir zihinle yaşamayı öğreniyoruz. Yapay zekâ artık sadece bir araç değil; düşünen, öneren, sorgulayan ve hatta yerine göre üreten bir şirket ortağı gibi.

Geçen hafta insanlığın belki de en önemli dönüm ve dönüşüm noktalarından biri olduğunu düşündüğüm yapay zekâ üzerine bir panele katıldım. Açıkçası yapılan sunumlar, geçmişten bugüne bir özet niteliği taşıdığından, yapay zekânın doğumundan bugününe olan gelişimi beni hem fazlasıyla heyecanlandırdı hem de bir o kadar ürküttü.

Çünkü bu teknoloji sadece hayatımızı kolaylaştırmakla kalmayıp, aynı zamanda hayatı yeniden kodluyor, tanımlıyor. Artık alışveriş tercihlerimizden hastalık teşhislerine, yazdığımız bir şiirden kariyer seçimimize kadar her şeye dokunuyor, karışıyor.

O panelde aklıma bir senaryo geldi. “Beyin ölümü gerçekleşen birinin hayatta kalabilmesi için, yapay zekâ teknolojisiyle belirli bir alan içerisinde yaşayabileceği, bu alanın dışına çıkınca yaşam fonksiyonlarının hata verdiği, dolayısıyla sürekli güncelleme ile yaşamının uzatılabildiği korkutucu bir kurgu”. İlk başta bir bilim kurgu senaryosu gibi gelen bu fikir, şimdi bana ürkütücü bir gerçekliğe çok daha yakın gibi geliyor. Belki tam olarak bu şekilde olmasa da, artık birçoğumuz hayatımızı belirli algoritmalara göre yaşıyoruz.

Düşünün: sabah uyanınca ilk baktığınız ne? Bir elin kontrol sahasında olan akıllı küçük bir ekran.. Günün planını, beslenme düzenini, ruh halini bile sana sunan uygulamalar ile seni çepeçevre sarmış durumda.

Bu örneği neden verdim? Çünkü; yapay zekâ artık hayatımızın tam ortasında. Hemen hemen her alanda etkisini hissettiriyor ve vazgeçilmez olmaya aday. Gün geliyor, bir metin yazarken ona danışıyoruz; gün geliyor, hangi hastaneye gideceğimize onun önerileriyle karar veriyoruz. Ve bu sadece bireysel kullanım alanı.

Kurumsal, bilimsel ya da endüstriyel kullanım tarafı çok daha etkileyici. Mesela (umarım kısa süre içerisinde hayatımıza tehdit olmaktan çıkar) kanser teşhisi koymakta kimi zaman doktorlardan daha doğru sonuçlar verebilen yapay zekâ sistemleri var artık veya yıllar sürecek bir deneyin günler içinde tamamlanabildiğine şahit oluyorsunuz.

Ancak burada bir parantez açmak istiyorum: Teknolojinin gelişmesi insanın gelişmesiyle aynı hızda mı ilerliyor? Yani zihnimiz, ruhumuz, değerlerimiz bu kadar hızlı değişime hazır mı? Bir yapay zekâ yazılımcısının şu cümlesi kulağımdan hiç gitmiyor: “Sistemin ne yapacağını ben bile tam bilemiyorum artık.” İşte bu noktada endişe(m) başlıyor. Çünkü yapay zekâ artık sadece programlanan değil, kendi öğrenme döngüsünü oluşturan bir sisteme dönüştü.

Sosyal medyada karşımıza çıkan öneriler, farkında olmadan bizi belli bir düşünce kalıbına yönlendirmiyor mu? İzlediğimiz videolar, okuduğumuz haberler, bize özel “kişiselleştirilmiş içerikler” aslında bir tür “dijital saplanma” yapmıyor mu? Farklı görüşlerle karşılaşmadığımız, zoraki konfor alanına hapsolduğumuz bir dünya inşa ediliyor bana göre ve bundan dönmek artık neredeyse imkansız.

Burada tabi yapay zekânın değil, bizim irademizin ne kadar güçlü olduğu test ediliyor, önem kazanıyor. Öznel düşünme diyebileceğimiz eleştirel sorgulama ve bilinçli kullanım belki de kimin nerede konumlanacağını belirliyor. Bazen şöyle düşünüyorum; bu çağın insanı olmak, bir anlamda iki dünyayı birden kavrayabilmeyi gerektiriyor. Bir ayağı toprakta, diğeri veri bulutunda duran bir nesiliz.

Hem geçmişin değerlerini, insan olmanın derinliğini kaybetmeden hem de geleceğin akışını yakalayarak yaşamayı öğrenmeliyiz. Yapay zekâdan korkmak yerine onu anlamaya çalışmalı; onun bizi değil bizim onu kontrol edebildiğimiz, sadece kullanan değil, onu yönlendiren, ona sınır çizebilen bireyler olmalıyız. Çünkü eğer biz yönlendirmezsek, yönlendirilerek nereye gideceğimizi tahmin etmek çok güç. Şunu da unutmamalıyız: Yapay zekâ sadece mühendislerin, yazılımcıların ya da bilim insanlarının meselesi değil. Her birimizin, her meslek grubunun, hatta her öğrencinin bu sürece dahil olması gerekiyor.

Bir öğretmen için yapay zekâ önemli bir yardımcı olabilir; bir çiftçi için toprağın verimliliğini ölçen (dijital) bir dost; bir sanatçı için yeni fikirleri tetikleyen bir ilham kaynağı.. Yeter ki; biz teknolojiyi insani bir boyutta, etik ilkelerle buluşturmayı başaralım.

Sonuç olarak yapay zekâ bir tercih değil, yadsınamaz bir gerçek artık. Onu reddetmek mümkün değil ama onu doğru okumak, insanlık adına doğru bir yere konumlandırmak sanki hâlâ mümkün. Belki de asıl mesele, bana göre teknolojinin bu denli gelişmesi değil, insanlığın bu gelişimle birlikte nasıl bir tavır aldığı. Unutmamak gerekir ki; teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, onun estetik ve anlam boyutunu belirleyecek olan yine kusursuz yaratılan insandır…

Gelecek sayıda görüşmek dileğiyle…

Harun Yerlikaya
Çiftçi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak, ülkemizin tarihi ve kültürel zenginlikleriyle ünlü şehri Konya’da dünyaya geldi. Selçuk ve Anadolu Üniversitelerinde Kamu Yönetimi ve Siyaset ile İşletme ve Hukuk alanlarında eğitim aldı. 2007 yılında İstanbul’da başlayan iş hayatı, farklı sektörlerde kazandığı tecrübelerle şekillendi ve yönetici pozisyonlarında ilerledi. Beş yıl önce, X Koren Electric ile başladığı yolculuk ise her geçen gün başarı ve özveri ile devam ediyor. Yoğun iş temposunun içinde, fırsat bulduğu vakitlerde ailesi ile birlikte doğada vakit geçirmekten keyif alan, hem bedenen hem de ruhen yenilenmek üzere sahilde ya da ormanda uzun yürüyüşler yapan, seyahat, spor ve müzikle ilgilenen, İstanbul’un bitmeyen tarihi ve kültürel zenginliklerini ihmal etmeyen birisidir. Genel olarak iş hayatı dışındaki uğraşları ki özellikle huzur bulduğu şeyleri yapmanın yaşam kalitesini artırdığına ve iş hayatındaki yaratıcılığını beslediğini inanmaktadır. Profesyonel ve kişisel yaşamında sürekli bir gelişim ve yenilik peşinde olan, kaliteli bir yaşam sürmenin ve sağlıklı bir şekilde yaşlanmanın yolunun bu şekilde olduğuna inanmaktadır.