Bu başlığı özellikle seçtim. Aslında bahsedeceğim konu halen tartışmalı ve spekülasyonlara açık. Yine de göz ardı edilemeyecek kadar ilgi çekici.. M.Ö. 2040-1640 aralığına tarihlenen Mısırdaki Hathor tapınağı Dendera Tapınak Kompleksi.. Bu arkeolojik eseri bu sayfaya taşıyansa, tapınağın duvarlarını süsleyen resimler.
Yeraltı odalarının duvarlarına kazınmış kabartma resimler garip bir şekilde büyük bir ampule benziyor. Bu gravürler tekrar inşa edildiği ve genel olarak tarihlenen MÖ.100’lerden daha önceki dönemlere ait. Zira yapımı hiç tamamlanamayan tapınağın inşa başlangıcı çok daha eski. Bu gravürler, günümüzdekine benzer biçimde ampul, ark lambası ve yüksek voltaj yalıtımının o günlerde de kullanılmış olup olmayacağını düşündürdü.
Gravürlerde ampul görünümündeki şeklin yanı sıra, izolatör olarak kullanıldığı tahmin edilen dikdörtgen bir sütun (ced sütunu) bulunuyor. Resimdeki şeklin günümüz ampulleriyle olan bu şaşırtıcı benzerliği oldukça dikkat çekicidir.
Hathor tapınağının duvarlarındaki bu resimler için Avusturyalı yazarlar Peter Krassa ve Reinhard Habeck, “Firavunların Işığı, Eski Mısır’da Yüksek Teknoloji ve Elektrik” kitabında (Pharaonen der Das Licht. Hochtechnologie und elektrischer Strom im alten Ägypten) bir “Elektrik Tezi” ortaya koydular ve şunları söylediler: “
“Duvarlar, büyük boy ampulleri andıran ampul benzeri nesnelerin yanında insan figürleri ile betimlenmiş. Bu “ampullerin” içinde dalgalı çizgiler halinde yılanlar var. Yılanların sivri uçlu kuyruklarının çıktığı nilüfer çiçeğini, ampulün yuvası olarak yorumlamak için çok fazla hayal gücüne ihtiyacınız yok. Yılana bağlı vaziyette, güç kaynağı sembolü olarak da iki kollu bir djed sütunu görüyoruz.”
İkili, araştırma sonuçlarını ve ellerindeki belgeleri ELIN Elektrik Proje Yöneticisi Walter Garn’a sunuyorlar. (Garn, Avusturya, Tayland, Türkiye, Hindistan, Endonezya, İskoçya ve İsviçre’deki enerji santrallerinden sorumlu olarak görev almış bir isim) Garn ilk önce konuya çok şüpheci yaklaşsa da, sunulan belge ve buluntuların fotoğraflarını inceledikten sonra hayrete düşüyor.
Bu antik kabartmalarda bu kadar çok elektroteknik ayrıntı nasıl mümkün olabilirdi?.. Ve nihayet temel bir elektrik mühendisliği bilgisi olmadan bu detayların betimlenemeyeceğine kanaat getiriyor.
İlginç Bir Deneme
Garn, kabartma modellere uygun olarak tezi doğrulayacak 40 cm’lik fonksiyonel bir model tasarladı ve efektif ışıklar elde ederek şu sonuca ulaştı: “İçinde iki metal parçası olan bir cam ampulden hava çıkarırsanız, daha düşük bir voltajda deşarjlar meydana gelir.
40 torr’luk bir basınçta (40 mm Hg = cıva sütunu üzerindeki ölçüm birimi), bir ışık bir metal parçadan diğerine doğru yol alacaktır. Emerek çıkarma işlemine devam edilirse çizgi, sonunda tüm cam ampulü doldurana kadar daha da genişler. Tam olarak Hathor tapınağının yeraltı odalarındaki görüntülerin önerdiği gibi.”
Firavun rahiplerinin, _ki onlar dönemlerinin bilim adamlarıdır_ elektrik konusuna hakim olup olmadıkları ya da ne düzeyde bilgiye sahip oldukları sorusu Garn’ı emekliliğinden sonra bile meşgul eden bir konuydu.
2010 yılında kanser sebebiyle kaybettiğimiz bu elektrik mühendisinin yarım kalan sorusu aslında modern bilimdeki bakış açımızı daraltmak suretiyle kimi zaman kendimize ihanet ettiğimizi de gösteriyor olabilir mi?
Nihayet Firavun Işığı ismiyle ünlenen bu kabartmalar hakkında, arkeoloji ve kadim uygarlıklar alanında uzmanlaşan isimler, bu betimlemelerin bir tür sembolizma ve anlamının da dini inanç ve ritüellere dayandığını söylüyorlar.
Belki de baktığınız şey’de gördüğünüz şey! açınıza bağlı olarak değişebilecek realitenin farklı varyasyonlarından sadece biridir. Ne de olsa, bu üç isim (Krassa, Habeck, Garn) duvar resimlerine farklı bir dsiplinden bakmamış olsaydı yeni bir ufuk elde etmemiz de imkansız olacaktı.
Antik Mısır elektrik bilgisine sahip miydi, bilmiyorum. Gelişmeleri ve karşıt teorileri keyifle izlediğim bu alanı uzmanlarına bırakıyorum. Ancak benim çok iyi bildiğim bir şey var; fizikötesi aslında henüz keşfetmediğimiz fiziğin adıdır..
Elbette bilimin rasyonel verilerine bağlı kalmak bizi kaygan zeminlerde düşmekten alıkoyacaktır. Ancak bilimin düşüncelerimizi dar kalıplara sokmasına da izin vermeyelim. Çünkü bilimin kendisi de zamansal bir gerçekliğe oturan kollektif bir alandır ve her ilerlemesinde bir önceki tezi çökerterek ilerler. Bugün bilimsel olarak ispatlanmış birçok gerçeğin, ilk ortaya atıldıklarında, ilk tepki olarak hep safsata olarak değerlendirildiklerini hatırlayın.
Bilim deneysiz düşünülemez ve nihayet deney bir tecrübe biçimi ise (ölçülebilir olması niteliksel bir özelliğidir) kadim bilgilerin, arkeolojik eserlerin, dini metinlerin ve hatta atasözlerinin bile altını bir çomakla iyice eşelemek gerekir. Bilim insanı olsaydım kesinlikle bunu yapardım. Ülkemizin değerli bilim insanlarına ve araştırmacı mühendislerine saygıyla duyurulur..
Sevgiyle..