Tarihî geçmişimizin mirâsını sergilediğimiz yapılardır müzeler. Modern çağın da müzelik objeleri vardır tabii. Ama onların içinden de, hala yaşanmakta olan mekanların müze haline gelmiş nadir örneklerini çıkarırsanız, ancak bir müzenin duvarında ya da salonunda yer bulabilmiş önemli kültürel objeleri sergilenir.
Yani, bu nadide objeleri teşhir için uygun yer bulurken de, aydınlatırken de çok dikkatli ve duyarlı olmalıyız bence.
Onlara; sanki dün ele geçirmişiz gibi heyecanla, aktardıkları bilgilere saygıyla, yapıldıkları çağın veya yılın aydınlatma olanaklarını aşmayan bir seviyedeki ışık düzeyi ve rengi ile yaklaşmalıyız. Bu arada, hayli güncel olanlar da söz konusu tabii. Giderek, yarınlara göndermeler yapan sanayi ve bilim müzelerine, hatta bireysel koleksiyon yada anı müzelerine kadar da açık durur bu kapı.
Bilindiği gibi bir müzede, her şey kapalı alanlarda olup bitmiyor. İki türlü açık alanımız oluyor genellikle. Zaten açıkta sergilenmesi gereken objeler için ayrılması gereken alanlar ve müze binamızın bulunduğu yol, yada meydan.
Hepsi bizim sorumluluğumuzdadır. Yani, binamızın geceleyin de algılanabilmesi için, aydınlatma desteği verilebilecek alanlar da planlanmak zorundadır. İşte tam burada, daha önceki yazılarımda da önemle belirttiğim gibi, tadını kaçıracak yoğunlukta ve acemi ressam elinden çıkmışçasına rengarenk bir tablonun ortaya çıkmamasına dikkat etmemiz gerekmekte olduğunu hatırlamalıyız.
Ve de, çocuklar için bir oyuncak müzesi ile, örneğin bir Osmanlı mirası müzesi arasındaki farkı fark etmeli ve bu içerik ayrımını, aydınlatmamıza da yansıtabilmeliyiz.
Evet, bir müzeyi her gün ziyaret etmeyiz. Hatta genellikle, yurt dışına gittiğimizde aklımıza gelir. Ama senede bir de, on yılda bir de olsa müze ziyaretimiz, daima, aklımızda hayli kalıcı izler bırakır.
İşte o nedenle, bu gibi mekanların aydınlatılması büsbütün önem kazanır. Belki de o yüzden, böyle bir mekanda elde edilen başarılı bir ışık atmosferi, çok daha etkili olacaktır ziyaretçilerin hayatında.Kalıcı izler bırakacak ve umulmadık talepler yaratabilecektir.
Hem aydınlatma sektörü adına, hem de bu işin eğitimini alan ve verenler adına, unutulmaması gereken bir tespittir bu durum. Kim demiş işimiz kolay diye ?
Dedik ya, tüm mimari aydınlatma işleri, bir elektrikçi çırağına bırakılmayacak kadar önemlidir. Tüm boyutsal ve fonksiyonel kurguyu, haddini aşmayacak ölçekte destekleyecek bir ışık yoğunluğu ve çeşidinin peşinde olmalıyız daima.
Bence müzeler de, tıpkı camiler için önerdiğimiz ağırbaşlılıkta aydınlatılmalı ve bu aydınlatmanın iddiası, hiçbir zaman teşhir edilen objelerin önüne geçmemelidir. Aslında, tüm aydınlatma gayretleri için de tekrarlayabileceğimiz bir öneridir bu.
Yani obje ile ışık arasında hiçbir zaman bir yarış atmosferi yaratılmamalı, daima objeye ya da mekana başrol verilmesi gerektiği hiç unutulmamalıdır.
Elbette gönül ister ki, artık aydınlatma konusu, mimari eğitimin de önemli bir parçası olsun. Hatta yıllar önce eğitim sistemine teklif ettiğimiz gibi, bir “Mimarlık laboratuvarı” atmosferinde çalışmalar yapılsın ve sonuçları öğrencilerce analiz edilerek içselleştirilebilsin.
Belki de ancak o zaman mimarlar, tasarımın sadece bir “Gündüz eylemi” olmadığını idrak etmeye başlarlar ve ışık boyutunu da yeterince ciddiye alırlar. Hatta öyle bir atmosferde, sadece iç yada dış mimarların değil, elektrik mühendislerinin veya aydınlatma uzmanlarının da kendilerine bir uygulama şansı bulması hatta bir tasarımcı ile bir uygulayıcının yan yana gelmesinin avantajını akıllıca değerlendirip, beklenmedik başarılara yelken açmaları mümkün olacaktır.
Denemeye değmez mi ? Bence ışık aynı zamanda, zaman boyutunun da olmazsa olmaz paradigmasıdır. Güneşin doğup batışı arasında uzanan zaman boyutunda, kapalı ve açık mekânlarda akan yaşam, bu boyutu zenginleştirir ve yapay ışığın ihtiyacını pekiştirir.
Aydınlatanın ve Aydınlatılanın Ömrü
Aydınlatma; her türlü yapının yada objenin işlevselliğini destekler ve kullanma ömrünü uzatır. Görünürlüğü sağlayacakdoğal çareler bulunamadığı, yani yapının ya da objenin işlev dışı kaldığı süreyi hayata katar. Bunu unutmamalıyız.
Bir lüks ya da fantezi davranış değildir. O yüzden daima; akademik ölçülerde ve bilimsel çerçevede ele alınmalıdır. “Olmasa da olur ” değil, “olmazsa olmaz ” anlayışıyla kurgulanmalıdır. Yeter ki, her konuda olduğu gibi, “illallah ” dedirtecek boyutlara ulaştırmasın desteğini. Abartmasın elindeki enstrümanları.
Aydınlatma elemanlarının yani ampullerimizin ve led ünitelerin fiziksel ömürleri çok iyi hesaplanmalı, tam da en çok ihtiyacımız olduklarında sönmüş olmamaları için tüm tedbirler alınmalıdır. Onlar için biçilen ömür süresinden, tayin edilen belli bir süre önce değiştirilmeleri mutlaka sağlanmalıdır.
Bir başka aydınlatma makalemde tekrarladığım gibi, tavanımızda, aydınlatma amaçlı öngördüğümüz yüzlerce ampulün varlığından daha önemli olan, içlerinden bir tanesinin bile sönük olmamasıdır. Bütün dikkati yanmayan ampul üzerine çekmemesidir. Bir detone enstrümanın, orkestra eserini perişan edeceği gibi. Bu gibi olası aksaklıkların, sadece göz kontrolü ile değil, artık çok gelişen bilgisayar yazılımları ile kontrol edilebilmesi de artık gündemde olmalıdır.
Aydınlatmaya yeterince önem verip, hak ettiği seviyede çözümler üretebildiğimizde bize sunacağı; süre kazanımı, objeyi ve mekânı kavrama kolaylığı, iç ve dış ulaşımı emniyetli hale getirmesi gibi avantajlarınıfarkına varıp, akıllıca yönetebildiğimizde, ortaya şöyle bir sonuç ve eğitim kuralı çıkar bence:Bir yapının, nasıl ve ne seviyede aydınlatılacağı, mimari tasarım aşamasında öngörülmemiş ise, bu proje henüz tamamlanmamış bir proje olacaktır.
Yani “hele bir bitsin canım. Sonra elbet nasıl aydınlatılacağı da çözülür binanın.” benzeri sığ bir yaklaşım hiçbir mimara ve aydınlatma mühendisine yakışmayacaktır. Aydınlatma; bir yapının zaman zaman ihtiyaç duyduğu “boya badana” gibi, sezonluk bir periyotla gündeme gelebilecek bir konu değildir.
Bir duvar, bir kolon, bir pencere ya da kapı kadar, yapısal fonksiyonu belirleyen ve destekleyen bir enstrümandır. Bilinmiş ola. Hem, diplomasını almış veya alacak olanlara, hem de üniversitelerimizdeki öğretim görevlilerine önemle duyurulur.
Bir Müzenin, Aydınlatma Okulu Olabilmesi
Temennim, müzelerin aydınlatılması vesilesi ile yazdıklarımın, aslında her türlü yaşamsal fonksiyonlarımız için geçerli olan“ tadında ve kıvamında” olmak kuralını tekrar hatırlatmasıdır. “Ne bir fazla ne bir eksik. ”Müzelerimizde, tüm yapılarımızda ve açık alanlarımızda olduğu gibi, aydınlatmayı bir yaşamsal destek olarak görmeli ve işlevsel önemine yakışır ciddiyetle ele almalıyız..
Belki de bir müze yapısı; ağırbaşlı olmak, ve kendisini teşhir ettiği şeylerin önüne koymamak gibi bir vecibeye uyabildikçe, aydınlatmanın da temeli olması gereken bu kuralların interaktif okulu, yani canlı örneği olacaktır..
Giderek, bu hedefe ulaşabilen bir müze, aslen içeriğinde var olan eğitim amacına da doğrudan ve daha kolay ulaşacak ve de sadece teşhir ettikleri için değil, başarılı çözüm örneklerini görebilmek için, özellikle ziyaret edilen bir eğitim yuvası olacaktır. Yani bir taşla iki kuş. Fena mı olur sizce ?
Yüksek Mimar / Çelik Erengezgin