mitolojik-kontrastlar-25

Işık geceye dokundu, gün doğdu / Ve ışık doğaya dokundu, renk oldu…

Işık karanlıktan ayrıldı, ışığa “gün”, karanlığa ise “gece” dendi. Adem ve Havva yasak meyveyi yedikleri anda ışık iyiyse, karşıtı olan karanlığın kötü olduğunu anladılar. Adem ve Havva’nın nesilleri, geceleri ateşe bakarken, bu gerçekle tekrar tekrar yüzleştiler.

* Yunanlılarsa ışık ve karanlık hakkında farklı bir hikâye anlatır. Tanrılardan önce “Kaos” vardı. Kaos’tan Dünya, Yeraltı ve Eros oluştu. Kaos, Karanlık ve Gece kardeşleri, ikinci jenerasyonu yarattı. Karanlık ve Gece evlendiler, çocukları Gün oldu.

Kozmosun tarihinde ilk defa ışık vardı. Genetik kanunları ise aynı bugünkü gibiydi. Gün hem babasına hem de annesine benziyordu. Karanlık ve Gecenin mükemmel bir karışımıydı. Tıpkı kardeşleri Kıyamet, Kader, Ölüm, Uyku, Rüya, Utanç ve Izdırap gibi.

Yunan mitolojisinde ışık karanlığın düşmanı değil çocuğudur. Karanlık kendini çoğaltmak için Dünya’ya ışığı gönderir. Işık hareket halindeki karanlıktır. Prometheus tanrılardan ateşi çaldığında insanlığa acıyı getirdi.

Bu durum bir tesadüf değildi; ışığı getiren, beraberinde yıkımı ve karanlığı da getirir. Gün’ün uzaktan kuzeni Medusa’nın gözlerinden ise en karanlık ışık yayılır, bu ışığa bakan herkes taşa dönüşür.

Fakat o ışık geldiği yere geri dönerse, yani Medusa kendi gözlerinin bir yansımasını görürse, o zaman evrende karanlıktan başka bir şey kalmaz. Işık hareket halindeki karanlıktır. Durdurulduğunda ise geriye sadece karanlık kalır.

Yunan der ki; biz Cennet’in Tanrısı ve Hesiodos’un tanrıları arasında sıkışıp kalmışız. Gece olduğunda bile kendimize ışığın iyi, karanlığın kötü olduğunu söylüyoruz fakat ışıkla karanlığın düşman olmadığının, beraber çalıştıklarının da farkındayız.

Karanlık sadece ışığın varlığında görülebilir oluyor. Sadece kontrast varsa, yani gölgeler olduğunda görülebiliyor. Rembrandt ve Caravaggio karanlığın ressamları oldukları kadar ışığın da ressamlarıydı. Kullandıkları Chiaroscuro Tekniği karanlık ve ışık arasındaki tezatın güçlendirilmiş haliydi.

Chiaroscure tekniği** için şunları diyebiliriz:

**Işık Gölge (İtalyanca: Chiaroscuro), sanatta karanlık ve aydınlığın oluşturduğu zıtlık için kullanılan bir terimdir.

Terim çoğunlukla tüm düzenlemeyi etkileyen, vurgulanmış zıtlıklar için kullanılır. Fakat ressamlar ve sanat tarihçileri, vücut gibi üç boyutlu nesnelere hacim kazandırmak için, güçlü olmayan etkiler için de kullanırlar.

Terimin daha özel kullanımına “ışık gölgeli tahta basma kalıbı”nda (İngilizce: “chiaroscuro woodcut”) rastlanır. Bu terim her bir katmanında farklı renkler kullanılan tahta basma kalıpları anlatmak için kullanılır. İlk önce resim sanatında ortaya çıksa da artık sinema ve fotoğraf için de kullanılmaktadır.

Işık gölge teriminin kökeni rönesans döneminde renkli kâğıtlar üzerine yapılan çizimlerden gelir. O dönemde ressamlar beyazdan siyaha doğru ton çalışması yapıyorlardı.

Da Vinci iki boyutlu bir yüzey üzerinde cisimlerin derinlik ve üç boyutlu yanılsamasını gösterebilmek için Chiaroscuro Tekniği’ni kullanır. Caravaggio’nun resimlerinde ustalıkla kullandığı bu tekniği takipçileri de geliştirirler. Rembrandt ise en büyük chiaroscuro ustası sayılır.

Başarılı bir Chiaroscuro sadece kontrast değildir, ışık ve karanlık arasında kurulan hassas bir dengedir. Yarı yarıya bir ayrışma değil, karanlığın gerçekten karanlık, ışığın ise gerçekten aydınlık olmasını sağlayan ince bir etkileşimdir.

 

Başarısız bir chiaroscuroda ise bu etkenlerden biri diğerini gölgede bırakır. Çok fazla aydınlık olduğunda, karanlık kaybolur ve ışığın kendisini de beraberinde götürür. Çok fazla karanlık olduğunda ise, ışık kaybolur ve beraberinde karanlık da yok olur. Malevich’in işlerine geldiğimizde ise artık “ışık” ve “karanlık” söz konusu değildir, sadece renklerden bahsedebiliriz; beyaz, siyah, kırmızı. Bu sadece soyutlanmalarına dayanmaz.

Örneğin Mark Rothko, soyut formlarla birçok başarılı chiaroscuro üretmiştir. Bu durum Malevich’in taviz vermez tavrından kaynaklanır.

Onun açık ve koyu renkleri iki farklı dünyada kalır, bu durum da gerçek ışığın ve karanlığın ortaya çıkmasını önler. Rothko’nun işlerinde ise bu ikisi arasında iletişim vardır; ışık karanlıktan doğar ve aynı şekilde karanlık da ışıktan. Malevich Yaratılış’ı takip ederken, Rothko Hesiodos’un izini sürer.

Chiaroscuroda da ışık hareket halindeki karanlıktır. Fazla karanlık hareketsizlik anlamına gelir, fazla aydınlık ise huzursuzluk.. Uçlarda ise bu spektrum tekrar diğer tarafa düşer.

Saf karanlık saf aydınlıkla aynıdır. Kendimizi tamamen karanlıkta bulmakla, saf ve parlak ışıkla kör olmak arasında bir fark var mıdır? Aslen, ışık ve karanlık arasındaki tercih biri ya da öteki meselesi değildir; bütün dünyamız chiaroscurodur.

Gün boyunca ekranlardan gözlerimize yayılan ışık yirmi dört saatlik fizyolojik ritmimizi sekteye uğratır, karanlık oturma odalarındaki siyah ekranlardaki ışık imgeleri ise günlük hayatımızın chiaroscurosunu oluşturur.

1967’de Fransız filozof Guy Debord bizleri “Gösteri Toplumu” olarak tanımladı. Bu esas olarak dünyamızın chiaroscurosunun terazide ışığa doğru kaydığı anlamına geliyor.

Toplumumuz görünürlük fazlalığı, imgeye olan vurgu, görüntülerin ve neon ışıkların cazibesiyle dengesini kaybetti. Bu noktada mitoloji bizim aleyhimize çalışıyor, daimi ışık bombardımanından çılgına dönmüş insanlığa yardımcı olamıyordu.

Işığın iyi karanlığın kötü olduğuna dair kesin fikrimiz, 18. yüzyıl aydınlanma sürecinde sekülerleştirildi.

Artık ışığı karanlıktan ayıran ve ışığın iyi olduğunu gören insan aklıydı. İlerleme ışık, eylemsizlik karanlıktır; teknoloji ışık, fiziksel emek karanlıktır. Bu yeni bir mitoloji gibi gözükse de esasen yaratılıştan beri insanlığın tutunduğu düşünceyle aynıdır; ışık iyi, karanlık kötüdür ve ikisi birbirinden tamamen ayrıdır.

Işık ve karanlıkla ilgili yeni bir mitoloji yaratmak isteyenler tarihte geriye gidip Hesiodos’a bakmalıdır. Bazı sanatçıların ve düşünürlerin çalışmalarında bu Yeni Mitoloji’ye dair belirtiler bulunabilir.

Şimdiye kadar bu belirtiler çoğunlukla tâli görünüşler, karakalem taslaklar ve eskiz desenlerinden oluşuyor fakat yine de yeni bir dünya ihtimalini ileri sürüyor. Karanlığın ateşten daha tehlikeli olmadığı, aydınlanmanın hem ilerleme hem yıkım anlamına geldiği, ışığın karanlığın kızı olduğu bir chiaroscuro dünyası.

Işık karanlığın efendisi değil, karanlığın eseridir.

Görüşmek dileğiyle…

* Rik Peters (1989) felsefeci. Amsterdam’da (UvA ve VUÜniversitelerinde) ve Venedik Ca’Foscari Üniversitesi’nde felsefe ve klasik diller üzerine eğitim gördü. Chicago’da yaşıyor ve çalışıyor.

**Vikipedi