bir-hikaye-iki-ders-ile-aydinlanmak-2

Yazılarımda, aydınlatma konulu bilimsel, teknik, estetik, vb. bir çok konuya değinmeye çalıştım. Bu kez farklı bir içerik ile buluşturmak istedim sizleri. Biraz şiir gibi, biraz ders gibi, biraz mesaj gibi. Işık, aydınlık ve dans gibi.

Başak Bingüer ne güzel yazmış ;

Şem ile Pervanenin hikayesini bilir misiniz? Benim en sevdiğim, en kendi halinde ve hüzünlü aşk hikayesidir. Bilenler hafızalarını tazelesin, bilmeyenlerse bir de benim gözümden aşkın büyülü dünyasına kısacık bir yolculuğa çıksın şimdi…

Bu hikaye, Şem (Mum) ile O’na kör kütük aşık olan Pervane’nin (Kelebek) hikayesidir. Özellikle yazın her akşam gözlerimizin önünde aşklarını yaşarlar.

Her gece bir aşık, sevgilisine olan tutkusu için kendini sevgilinin ışığına bırakarak ruhunu teslim eder. Hani şu avizelerin içinde biriken minik kelebekler var ya, onlardan bahsediyorum. Kısacık ömürlerine kocaman bir aşkı sığdıran kelebeklerden.

Aşka karşı koyamadıkları için kendilerini O’nun dibinde sonsuzluğa bırakan kelebeklerden.

Hikaye şöyle; Şem görkemli, dimdik duran karşı konulmaz bir sevgiliyi temsil eder. Kendinden asla ödün vermez. İçindeki can fitili ateşini her daim taze tutar… Aşk için yanar… Aşk için söner en sonunda… Aşkı o kadar kuvvetlidir ki, bu yücelikle etrafa ışık saçar… Karanlığın içinde asilce ışığını yayar.

Derken bir gün, bir pervane aradığı ışığın izini bulur. Aşkla uçar Şem’e doğru… Kanatlarının rüzgarı Şem’in aşk ışığını titretir… Pervane önce hayranlıkla uzaktan uzaktan döner Şem’in etrafında…

Henüz kanatları alevin tadına erişmemiştir. Etrafında aşkla çırpar kanatlarını… Döner durur öylece bir süre… Sonra, yetmemeye başlar bu mesafenin hissettirdikleri…

Biraz daha yaklaşmaya niyetlenir.. Dönmekten asla vazgeçmez… Gitgide alevin sıcaklığını daha çok hissetmeye başlar… Sıcaklığı hissettikçe biraz daha yakınlaşma arzusuna karşı koyamaz…

Daha yakın, daha yakın, daha da yakın olmak ister. Artık her dönüşte biraz daha yaklaşır Şem’in aşkına, alevine… Aleve yaklaştıkça can fitiline de yaklaşacağını da umarak çırpar kanatlarını… Şem’e ışık veren, aşk veren ince uzun ipe erişmek, aşkının ibadetidir. Tam da aşkla aleve yaklaşmışken, kanadının ucu alevden nasibini alır aniden…

Yanar…! Pervane can acısıyla uzaklaşır Şem’den… Aşkın acı verebileceğini yeni öğrenmiştir… Şaşırır… Uzakta bir yere konar ve Şem’i izler… Acısı birazcık dinmeye başladığında, yeniden aşka uçma tutkusu kaplar ruhunu… Engel olamaz kendine… Bu sefer en yakından başlar Şem’in etrafında dönmeye… Öncekinden farklı olarak yeni yerler keşfeder Şem’de… Eriyen mumun çıkarttığı minik topakçıklar gözyaşları misali çevrelemiştir Şem’in vücudunu…

Pervane Şem’in gözyaşlarına konup, onlara tutunmayı öğrenir. Böylece Şem’e hem daha yakın nefes alır, hem de daha çok vakit geçirirler birlikte… Pervane yaralıdır, Şem ise ağlamaklı… Günler böyle geçip giderken, Pervane Şem’in tükenmeye başladığını fark eder…

Artık ışığı daha az yeri aydınlatır, daha çok göz yaşı biriktirir eteklerinde… Sonun başlangıcını hissetmeye başlar Pervane… Şem’i sona yaklaştıran gözyaşları Pervane’nin aşkla yok olma nedenine dönüşür. Aleve daha yakın, daha şiddetle aşkla çırparak kanatlarını, döner durur Şem’in etrafında…

O’nu kurtaracak bir yol bulamayacağını fark edince acısına ortak olmayı seçer… Alevin etrafında aşkla dönerken, aşkının içindeki can fitiline bırakıverir kendini, aşkını, canını…

Usulca Şem’in gözyaşlarından yarattığı eteğinin üzerine düşüverir cansız bedeni… Bunu fark eden Şem için direnecek bir neden kalmaz artık…

Gözyaşlarını Pervane’ye örtü yapar, O’nu aşkıyla sarmalar ve yavaş yavaş üzerine akarak aşklarını sonsuza kadar bir araya getirir… İşte Şem ile Pervane’nin dillere pelesenk, meşhur, sonsuz aşkı yüzyıllardır böylece yaşanır durur…

Şekil değiştirerek ama özünden bir şey yitirmeden…Aşkın tarifi yok evet, ama her aşkın bir hikayesi var… Aşkı tadanlarımız, kendi tariflerimizi, hikayelerimizle ölçülendirip bir güzel ziyafet çekiyoruz kalbimize…Aşkın ışığı sizi de çevrenizi de daima aydınlatsın, aşkla kalın siz de…”

Ne güzel  değil mi ?

İşimi aşk ile yapmaya çalışıyorum. Severek ve isteyerek. Ve sanatçının dediği gibi; ne yaparsan yap, aşk ile yap. Bence “aydınlatma işi”, aşk işi…

Nasrettin hocanın o ironik ders veren fıkralarından biri gelsin şimdide;

Bir gün hoca ve arkadaşları aşırı soğukların hüküm sürdüğü günlerde bir iddiaya tutuşmuşlar. Arkadaşları o soğuklarda kimsenin tüm bir geceyi dışarıda hiçbir ateş veya ısı kaynağı olmadan geçiremeyeceğini söylerken Hoca kendisinin bunu yapabileceğini söylemektedir.

Olur, olmaz derken Hoca bir geceyi dışarıda geçireceğini ve bunun karşılığında ise arkadaşlarından bir ziyafet istediğini, yapamadığı takdirde kendisinin ziyafet vereceğini söyler. Bir zaman sonra Hoca hakikaten soğuk bir geceyi dağ başında yalnız geçirir.

Hocanın sağ salim bu işi bitirdiğini gören arkadaşları, gerçekten hiç ateş yakmadan bunu nasıl yaptığını sorarlar. Hoca da karşı dağda bir kulübede yanan bir mum gördüğünü onu düşünüp, aydınlığının ve ferahlığının içini ısıttığını söyler.

Böylece ısındım ve donmadım der. Bunun üzerine arkadaşları itiraz eder ve hocanın karşı dağdaki bir mumla ısınamayacağını ve iddiayı kaybettiğini söyleyerek ziyafet isterler. Hoca baskı karşısında mecburen kabul eder.

Ziyafet günü geldiğinde Hocanın evinde toplanan arkadaşları yemeği beklemeye başlarlar. Hoca bahçede hazırlığını yapar ve misafirlerini yemek kazanının etrafına çağırır. Ortada ağaca asılmış bir koca kazan, içinde nefis bir yemek.

Hocanın elinde bir yanan bir mum ve kazanın altında, üzerine benzin dökülmüş kocaman bir odun tepesi. Hoca elindeki mumla odunları tutuşturmaya yaklaşırken, arkadaşları panikle;

Hocam ne yapıyorsun. Her yer yanacak. Yangın çıkar.  Yemekte yanar demişler. Hocada bunun üzerine, bir mumla ısındığımı söylediğimde inanmadınız, şimdi bir mumla koca kazan yanar, yangın çıkar diyorsunuz.

Bir mumun ışığıyla ısındım dedim inanmadınız, bir mumla yangın nasıl çıkarmış ? Bahsi ben kazandım der. Ve arkadaşlarına güzel bir ders vermiş olur.

İçinizi ısıtmak isterseniz, büyük yangınlara gerek yok, küçük alevler yeterlidir. Siz yeter ki ışığı görün ve ona yönelin.

Son olarak anonim bir hikaye var sırada. Mesajı kısa ve net:  Vaktiyle kralın biri ölüm döşeğinde iken, 3 oğlunu yanına çağırmış ve bir görev vermiş. Hanginiz bu odamı bir saat içinde dolduracak birşey bulursanız tahtımı ona bırakacağım demiş.

Bir saat sonra 3 oğul kapıda hazır bekliyormuş.

Kral birinci  oğluna sormuş; neyle dolduracaksın. Birinci oğlu, saman balyaları ile gelmiş. Onlarla dolduracağım demiş. Kral hayır demiş. Yanlış cevap.

İkinci oğlu pamuklar ile gelmiş. Onlarla dolduracağını söylemiş. Kral buda yanlış cevap demiş.

Alaysı bir şekilde 3. Oğluna bakan diğer kardeşleri, kardeşlerinin ne yapmaya çalıştığına anlam veremiyormuş. Kral 3. Oğluna sormuş. Sen nasıl bir çözüm buldun demiş.

3. oğlu çıra ile  elindeki mumu yakınca, kral babası evet doğru cevap bu; işte şimdi tüm odamı doldurdun, kral sensin demiş.

Kalpleriniz ışık ile dolsun.

Bir dahaki sayımızda görüşmek dileğiyle, sağlıcakla kalın.

Ahmet SOYLU / Philips Aydınlatma Kamu İlişkiler Müdürü

ahmet.soylu@signify.com

Saygılarımla..