
Önemli bir düşünürün sözü: “İnsan bilmediğinin düşmanıdır.”
İnsanın en genel öncelikli kaygısı; varlığı ve hayatı konusundaki “güvenlik” duygusudur. Her insan yaradılışı itibarıyla varlığını ve hayatını devam ettirme iradesindedir. O yüzden, bilmediği ya da hakkında güçlü bir tahmine sahip olmadığı her konuya temkinle, tedbirle ve ciddi ön yargıyla yaklaşır:
Nasıl mı?
Çok güzel bir sarayın kapısından içeri alınıp, karanlık bir odaya bırakıldığımızda bile; aklımıza ilk acaba bu karanlıkta başımıza bir şey gelir mi düşüncesi doğar.
Bir siyah büyük koli hediye geldiğinde, ilk düşüncemiz acaba bomba mıdır ya da kötü bir sürpriz midir, şeklindedir.
Niye bu felsefi yaklaşımlarla başlıyoruz bir yazıya?
Bilgi insanın dünyasını aydınlatan en önemli kavramken, ışık da o insanın yaşadığı mekanları ve ortamları aydınlatan en önemli madde.
Bilgi sayesinde kendimizi; daha güvende, daha huzurlu ve daha mutlu hissetmemiz nasıl mümkünse, ışık sayesinde de hislerimiz, yaklaşımlarımız, hayata dair mutluluğumuz ve de psikolojilerimiz ciddi etkileniyor.
Ağırlıklı konumuz bilgi ve bilim felsefesi yapmak değil de, ışık ve aydınlatmanın insan ve yaşamı üzerine etkileri olduğu için ilk kısmı geçiyoruz.
Tüm kavramların geçen yüzyıllarla; bilimsel gelişmelere ve yaşamsal birikime göre evrim geçirmesi gibi, galiba ışık ve aydınlatma kavramları da ciddi bir evrim geçiriyor.
Nasıl mı?
Düşünün, daha çok yakın zamana kadar, toplumun çok büyük kesimi için, ister konut içi isterse de ticari alanlar olsun, aydınlatma deyince akla “mutlak aydınlık” gelirdi.
Yani mekanın tavanından tabanına, içindeki objelerin en net ve bariz görülebileceği kadar çok ışığın olduğu bir aydınlatma. Kimi zaman 100 watt ampüller kimi zaman her 4 metrekareye bir 4×18 ya da dev floresan lambalarla, beyaza boğulmuş mekanlar…
Sıcak beyazla birlikte, loş ışığın da bir aydınlatma ve dekorasyon aracı olduğunu, hep görünen ışık kaynağı yerine en direkt ( ışık kaynağı görünmeyen) aydınlatmanın da bir tarz olduğunu da artık daha fazla fark etmeye başladık.
Demek ki neymiş? Mesele mutlak ( yani ışıl ışıl-parıl parıl) ve illaki direkt aydınlatma tarzı, en ideal yol değilmiş; en doğru, keyifli, verimli ve dekoratif aydınlatma için…
Bireysel kullanım ve konut-özel alan dekorasyonunda, bu gerçekler kişilerin zevk ve tasarımlarına göre daha fazla bilinir durumda artık. Sonuçta herkesin zevki ve tercihi kendisine kalmış.
Ancak işin bir de endüstriyel yönü var, belki çok daha fazla önemli olan.
Evindeki dekorasyon ve ışık dizaynı işadamı Mehmet Bey’in keyfinin bileceği iş.
Ancak 50 perakende mağazasında ışık seçimi ve mimari uygulama, pek keyif ve göz estetiği ölçüsüyle yapılacak bir iş değil sanki. Ne romantizm adına loş ışıkları ne de mutlak aydınlık adına her metrekareye 5000 Kelvin beyaz down lightları kaldırmaz ticari mekanlar.
Nesnelerin ve ürünlerin tam da oldukları renk ve şekilde görülmelerini sağlayacak olan şeyin, onları ışığa boğmak olmadığını acaba kaç Mehmet Bey biliyor?
Yakından tanıdığım perakende dünyasında, çoklu ya da zincir mağazalardaki aydınlatma tarzının tüketici psikolojisine ve de ürünlerin en doğru teşhirine etkisini, acaba kaç dev yatırımcı ya da onların iç mimarları biliyordur, diye sormadan edemiyorum.
Dev mobilya, teknoloji, tekstil, aksesuar ve yeme-içme zincir mekanlarının; nasıl olup da bu kadar düz, bu kadar şablon ve bu kadar tekdüze ürünler ve ışık dizaynı ile aydınlatıldığına bazen inanmak çok zor oluyor.
İnsan için nasıl ; “Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün” temel hayat düsturu varsa, ticari alanlarımızdaki maksimum verimlilik için de her halde “Her şeyi en olabildiğince ve olduğu gibi aydınlat ve göster” ilkesine de az ihtiyacımız var sanki.
Gün olacak; büyük yatırımcılarımız da watt-volt-downlight-spot gibi kavramlar yanında CRI ve KELVIN gibi kavramları da keşfetmeye başlayacaklar, umarız…
Sektörüm Elektrik Dergisi 59. Sayı